Aşk-ve-Peçe

Kervansaraylar için okunan fermanların altındaki bir çift dudak iziyle başlayacaktı yolculuklar, hanlar ve hancılar için aynı zamanda. Her odasında ayrı bir hikaye, meyhanelerinde dolup boşalan şaraplar doyuracaktı bedduaları. Çoklu yalnızlıklara mal olmuş sandalyeler ve üzerine söylene söylene dilinde tüy bitmiş türkülerin gebe kaldığı masa örtüleri. Örtüler yalnızca masaları süslemeyecekti, pencereler ve kapı aralarına asılmış perdeler ışığı kesecekti. Loş ortam, gözlere ışığı dolduramadan, hançerlere sıra gelmeden idam edilecekti kalpler, peçelerin arkasında gözler tarafından.

Bedenen içeride olamayan kadın, siluetini yollayacaktı meyhane masalarına, her bir erkek içinde bir kadınla, içine kadını doldurarak boş bir bardakla girecekti perdeleri aşıp kapıdan içeri. Ne kadar erkek varsa o kadar da kadın ikamet edecekti masalarda. Bu görünen yüzü olacaktı madalyonun, ta ki Hancı perdeleri sonuna kadar indirip, gaz lambalarıyla süsleyene kadar duvarları. Kapılar açılacaktı aynı anda, altı kapıdan beşi boş ama müziklerle, biri dolu aşk-ve-peçe ile girecekti içeri. Ritim dağıtacaktı yürekleri, teften ayrılan her bir vuruşla. Ziller akılla mantığın arasına girecek, yaylılar tek tek önceki kadınları boğazlarından tellere asacak, figürler yeni bedenlerin ruhu olacaktı. Hancının izniyle, gaflet içindeki yolcular ki bunlar kendi aşkları ve peçelerle aşkı dağıtan kadın arasında seçim yapamayacak kadar aciz olanlardı, birer birer masalarına davet edecekti gözlerine vuruldukları kadını, düşlerinin büyüklüğü ve inançları kadar liralar sayacakları masaya, eğer suları bulanık ve avuçları terli değilse.

Duvardan kaptığı gibi ışıkları gözlerinin ötesini aydınlatamayan bir gaz lambasını, kanatları kesik olduğu halde uçan bir melek gibi masaya yaklaştı peçeleriyle hayat bulan kadın. Kime yaklaşsa, kime çevirse gözlerini cenin gibi hissediyordu o canlı, hayatta tek duyduğu ses anne karnındaki kalp atışları olan aylık bebekler gibi yalnızlık ve korkunun tanımını üzerine çekiyordu. Kime yaklaşsa, kime çevirse gözlerini cenin gibi hissediyordu o canlı, şu hayatı gözden çıkarıp türlü çılgınlığa yol verecek bir deli oluveriyordu. Zihinle-akıl kalple-yürek ayrı düşüyordu o vakit.

Şarabın kırmızılığının esir aldığı dudaklara eğildi. Peçesi havalındı kadının, erkeğin ihtirasa meydan okuyan nefesinin rüzgarıyla. Gözlerini ayırmadan gözlerinden çiviler çaka çaka gözbebeklerine, ellerini kaldırdı tüyleri eksik kanat misali. Ve erkeğin açık tek bir perdesi kalmadı, meyhanede başlayan yolculuk düşler alemindeydi. Rüyasında gördüklerini izledi kadın. Uzun uzun adamın kulağına fısıldadı. Uzun uzun izledi meyhanedeki yolcular. Uzun uzun düşündü Hancı. Ne kadar da uzun sürmüştü bu rüya.

‘ Özlem, senin derdin adam!’ dedi peçeli kadın, liraları ardı arkası kesilmeden bir hızla ceplerine doldururken. Büyülü bir sesti bu, düşlerde kimden geldiği anlaşılmayan sesler gibi. Raks etmeye devam etti şarabı bardaktan boşalırken. Hancı uzaktan gülümsedi, gözler küçüldü cevaben ardında peçelerin.

Başka bir masaya raksa koştu kadın. Yine eğildi, yine perdeler gitti. ‘ Özlem, senin derdin adam!’ dedi peçeli kadın, liraları ardı arkası kesilmeden bir hızla ceplerine doldururken Bir el uzandı, tüyleri tam bir el. Peçeyi indirmeye çalışan bir el. Çok uzun süre hava da duramayan bir el. Uzandığı yerde kalan bir el. Perdeleri yaktı kadın. Alev alev oldu adam. Fazla yaklaşmıştı. Fazla içerdeydi. Hancı uzaktan gülümsedi. Lambaları söndürdü, altının altısı da aynı anda kapandı. Bu gece bir kurban etmişlerdi tutkuya.

Kötü bir aşktı bu. Her erkeğe aynı cevap. Görmedikleri bir suratın özlemiyle yanıp tutuşan pervaneler gibi ateşe yaklaşıyordu, şarabın sarhoş ettikleri. Kötü bir aşktı bu, özlemi de yakınlığı da içinde.

Hancı gülümsedi, ve hep beraber raksa durdu perdeler. Havalandıkça, havalandılar. Lambalarla bitiştiler. Öyle bir tutuştular ki, handa hancı da yanıp kül oldu.

Aşk, peçenin ardından başka bir ruha beden oldu….

2 yorum:

  1. Harika..
    Emeğine sağlık.:)

    YanıtlaSil
  2. sen yaz ben okumaya can atıyorum. ellerine sağlık.

    YanıtlaSil