Güncelik VII



Öldüğümde yüz yüze gelirsek O'nu kendi ellerimde boğacağıma yemin edebilirim. Acı neymiş görmesi lazım.  Ama şundan da eminim ki Tanrı bizleri daha çok sevecek. O'na karşı olanları yani. Çünkü böyle yaşamak o kadar zor ki bilemezsin. Babam öldüğünde bunu daha iyi anladım. Ölen babam değil de bendim sanki. Çünkü bizler için 'sonrası' nın pek anlamı yoktur. 'sonra' kavramının bittiği andır inançsızlık. Bir daha göremeyecek olmanın, hiçliğin ne demek olduğunun başladığı yerdir. Ama bu durum bir Katolik olan annem için o kadar kolaydı ki öldükten sonra buluşacaklarına inandı önce, sonra da  gittiği yerde daha huzurlu olduğunu düşündü ne de olsa yüzünde koca bir gülümsemeyle kapatmıştı gözlerini. Ben odamda nefesim kesilene kadar ağlarken Peder içeri girdi. Çok net hatırlıyorum bir Cumartesi sabahı Mayıs ayının ikinci haftasıydı. Ben cumartesi günleri tanrının da çalışmadığına inanırdım ta ki bahar ayında ve güneşli bir günde bir insanın öldüğüne tanık olana dek. Öyle bir günde bir insan nasıl ölür? İnan ben de anlamıyorum. Neyse, içeri giren Peder Tanrı için dua etmemiz gerektiğini söyledi. Şanslıydık çünkü babam güzel bir şekilde bize veda etmişti. Ne kadar sinirlendiğimi tahmin edebilirsin. Tek kelime etmeden odadan çıkmasını bekledim. Emin ol ben de bir şeylere inanıp durumu daha da kolaylaştırmak isterdim. İnandığım bir şey yok değil. İnsanlara inanıyorum ama o da insanlar var oldukça. Sonsuzlukla aram kötü. Hiçbir şeyin daha iyiye gitmedikçe sonsuza dek süreceğine inanmadım. Açmayan tohumlar çürür. Olay basit.

Bir bardak daha kahve ister misin? Ben teşekkür ederim.

Ne diyorduk? Peder odamda uzun süre oyalandı. Dua etmemi bekliyorduk. Ağzımdan çıkan tek bir kelime olmayınca tekrar konuşmayı denedi. ' Tanrı sana O'nu reddetme özgürlüğünü bile vermiştir, yavrucuğum ' dedi yüzünde aşağılar bir gülümsemeyle. O kadar inanmıştı ki varlığına. Kafamı kaldırdım ve gözlerinin içine bakmayı reddederek ' Bu cümledeki tutsaklığı görmüyor musunuz? 'dedim. Şaşırdı aptal adam. Şapsal şapsal suratıma bakmaya devam etti. ' Bu cümledeki en son şey özgürlük, Peder!' dedim. Anladığını sanmıyordum ama devam ettim.

Kendime bir bardak su alacağım sen de ister misin? Peki tamam.

Hızlı konuştuğum zaman boğazım kuruyor.  Neyse ' Bu cümlede özgürlük yok. Bu cümle tutsaklığın ta kendisi sizin bana söylediğiniz ben reddedsem de onun varlığı oralarda bir yerlerde duruyor olacak. Ancak ben varlığı hiçbir şekilde söz konusu dahi olmayan bir kavramdan bahsediyorum reddedittiğim şey varlığı değil. Kabullendiğim hiçbir şekilde var olmadığı.' diye bağırdım. Pederin yüzündeki dehşet ifadesini görmelisin. Suratıma tükürmemek için kendini zor tuttuğuna eminim. Boynuna astığı çarmıha gerilmiş Yüce İsa - Ah ne yüce !!- kolyesini öptü ve odadan koşar adım uzaklaştı. İnanır mısın? Bir an için rahatlamış hissettim. O'na kızarken Tanrı'ya kızmış gibi hissediyorum ve mutlu oluyorum. Ah, tabi ki bu mutluluk çok kısa sürdü. Keşke dışarı çıkmasıydı diye düşündüm. Garip değil mi? Keşke oda da benimle dursaydı. 

Niye mi?

O çıkınca oda da sadece kendimle kaldım. Arkadaşlığını istediğim son kişi kendimdim. Bunu bana bilerek yaptığına eminim.  Evet senden bahsediyorum sevgili Tanrım. Başka insanlara karşı hep merhametli olmuşumdur. Bu arada sıkılmadın değil mi? Hep ben konuşuyorum. Peki tamam. Bütün merhametimi başka insanlarda bıraktığıma eminim. Kendimle konuşmayı pek sevmem ama çok sık yaparım. Ve genellikle kendime karşı çok acımasızımdır. Başkalarıyla konuşmak o kadar kolay ki. İyi gözlemciyimdir. Birine bir şeyden bahsettiğimde bana nasıl karşılık vereceğini çok iyi bilirim. Bu yüzden sıkıntılarıma göre dostlarımı ararım. Ben onlara derdimi anlatırım onlar da bana duymak istediklerimi söyler. Tabi ki onlar bunun farkında değiller yoksa eminim bana çok kızarlardı. Her seferinde yardım etmeye çalışıyorlar. Bilirsin dostlar bu günler içindir. Senin de önemli dostların vardır eminim.  Yalnız kalmayı hiç sevmiyorum. Birinden bir şey saklamak zorunda olmadığın zamanlardır yalnızlık. Kendine çıplaksındır. Kendimi sevmediğim için zayıflıklarımı göstermek istediğim son kişiyimdir. Bir soru sorarım kendime  ve başlasın uykusuz geceler. Ah, Marcelo'ya sorsam öyle mi? Hemen bir cevap verir benim bildiğim. Ama ben? Ben öyle miyim? Bir soruya bin cevabım var. İşaretleri olmayan bir yola bırakmışlar da hadi yolunu bul demişler gibi. En acısı da ne biliyor musun? Her yol benim olunca insan kendine hata yapamıyor.  O muhteşem affedilme duygusunu yaşamıyor. Ben buna pişmanlık diyorum. Kendini affedememe pişmanlığı. Babamın ölümünden buraya nasıl geldik bilmiyorum, sevgili Giulio. Bir bardak daha kahve ister misin?

Sandalye Günceleri, Valeria Guarino

Güncelik VI


'Natalie?' dedi Petersburg'ün en nemli binasının bodrum katına dağılan ses. Soğuktan kupkuru kalmış dudaklarının arasına düşen en tatlı kelimeydi. Cevap beklerken gözleri kapanır gibi oldu. Ve muhtemelen uykusuzluğun verdiği yorgunlukla sesi odanın sonuna ulaşmamıştı. Karşılık alamayınca bir daha seslendi, Oscar. Bu sefer solunda duran bardaktan bir yudum aldı. Boğazını temizledi ve yattığı yerde doğruldu. Başı döner gibi oldu ama şu anda bunun üzerine düşünecek değildi.

'Natalie!' dedi aynı ses, bu sefer çok kararlıydı.
'Ne Var, Oscar?'.

Hiç beklenmeyen bu kızgın cevap genç adamın gözlerinin dolmasına sebep oldu. Zaten son zamanlarda aralarına bir soğukluk girmiş ve bunun adını 'uzak' koymuşlardı. Mesafelerinde yardımıyla birbirlerini son altmış günde belki üç belki beş kere görebilmişlerdi.

Oscar'ın kafasında yeni bir Natalie vardı.
Tanıştığına hiç memnun olmadığı bir Natalie.
Kafası kızarsa anında gidebilecek ve bir daha geri dönmeyecek bir Natalie.
Başka, biri vardı. Çok başka...biri.

Göğsündeki ağrı sızlayarak orada olduğunu hatırlattı. Ki ağrısından haberdar yalnızca Natalie ve Vanya vardı. Vanya'yı uzun zamandır görmüyor, Natalie'ye ise uzun zamandır ağrısından bahsetmiyordu. O an tek düşünebildiği kafasına üşüşen bu fikirlerin onu korkutmaya yettiğiydi.

' Senin yaşayamacağın hayatları gördüm, Natalie' dedi utanıp yarıda keserek cümlesini.
'Yani?' dedi üzerine karlar yağmaya devam eden soğuk ses.

' Yanisi yok. Gördüğüm insanlara seni koydum. Hayatını ve düzenini. Sevdiğin yemeklerle masaları süsledim nazarımda. Pirinci çok sevişin geldi aklıma gülümsedim.Ve seni...'

'Senin sevdiklerinden daha az karmaşık!' diye lafını kesti Natalie. ' Senin en sevdiğin bir yemek bile yok!' . Aslında şaka yapmak isteyen bu ses buz gibi geliyordu Oscar'ın kulağına. Her denileni yanlış anlamaya meyilliydi. Kafasında bir yol vardı. Ve bu yolun dışında yürümüyordu. Yılların veremeyeceği uzaklığı yollar vermişti. Bu Oscar'ın kuruntusu da olabilirdi. Çünkü Natalie asla hata yapmazdı. Uzak, dostlar için en büyük tuzaktı. Oscar yakalanmış gibiydi.

'Olabilir. Sadece bir çok şeyi aynı anda seviyorum. ' dedi büyük bir gururla.
' Ah Oscar ! Sorun da bu ya ! Aslında sevmen gerekenleri yeteri kadar sevmiyorsun. Senin için bir çok şey aynı anda aynı ölçüde güzel olabiliyor. Önceliklerin olmalı çocuk. Herkesi aynı anda sevemezsin!''

' Hayır, yanılıyorsun ben....aslında...Natalie neden böyle..sen de biliyorsun aslında...!'' anlamsız kelimeleri yan yana getirerek zaman kazanmaya çalışan Oscar'ın çırpınışları Natalie'nin sözleri ile yarım kaldı. Uçurumdan hızla aşağı düşen bir taş gibi Natalie'nin ağzından kelimeler dökülüyordu. Duyanı hep hayal ettikleri güney sahillerindeki güneş gibi ısıtacak bir cümleydi bu. Ve bu cümleyi tamamlayan kelimeler o kadar hızlı dökülmüşlerdi ki düştükleri yerde paramparça oldular. Oscar kelimelerin üzerine basmamaya özen gösterdi. Ve Natalie aynı cümleyi tekrarladı.

' Bana, seni benim kadar seven birini göster Oscar? Cevap ver!'

Oscar kötü ellerce oyulmuş mermer bir heykel gibi dona kaldı. Yüzünün şekli dehşetini açıkça yansıtıyordu. Dudakları oyulduğu gibi kalmıştı. Donuklardı. Ne diyeceğini bulamıyor Natalie'nin bir kez daha bu kadar haklı olması onu korkutuyordu.

'Konuşsana Oscar!' . Kızgın sesi bu sefer kırılmıştı. Kırgındı. Yutkunması gerekiyordu. Derin nefes alması ve sakinleşmesi. Ayağa kalkıp Oscar'ın solunda duran bardağa uzandı. İçinde kalan son bir kaç damlayı içmeye çalıştı. Şimdi yan yana duruyorlar ama tamamen başka yöne bakıyorlardı. Oda ya biraz daha serinlemişti ya da ıssıttığı yatağından kalktığı için ürpermişti. Hafifçe titredi ve Oscar'a uzun uzun baktı.

Oscar'ın bu dünyada en çok korkuttuğu kişi Natalie idi. Tabii Kızıl Ordu'yu saymazsak. Natalie sinirlenince çok korkutucu oluyordu. Her seferinde bunu O'na hatırlatırdı.

Gülüşür-lerdi.
Gülümsedi, Oscar.
Bu sefer.
Tek başına.

-Bilmediğin çok şey var!'
-Biliyorum.Gülümsedi usulca. Elini tuttu. Buz gibiydi elleri.
- Hiç ısınmaz mı ellerin?'
- Hayır.
-Yanıma otur.
-Neden?
-Bilmediklerini anlatacağım. Hepsini.
-Dinliyorum.
-Biraz uzun sürecek.
-Ne kadar uzun?
-Bir ömür ve sonrası. Hepsini dinlemeye vaktin olmayabilir bu yüzden.
-Başla.

Hiçbir şey konuşmadan tekrar yerlerine yattılar. Natalie her şeyi duymuştu.