- ‘ On iki..ahh..on üç ve on dört, sanırım bu da sonuncusu, evet! ‘
- ‘ Bana kalırsa sıcak havalardandır bu yaralar, canını sıkmana gerek yok. Burası? Acıyor mu?
- ‘ Hayır!’
- ‘ Peki burası?’
- ‘ Hayır! Baksana dün sana..’
- ‘ Kabuk bağlamış gibi çok mu kaşıyorsun, sabunu kafanda bırakmaman gerek!’
- ‘ Anladım hayır, bak dün yine onu görmeye gittim, ve o dün yine bana mektup yolladı. Yanında çalışan…’
- ‘ Burası kanamış, tırnaklarına bakabilir miyim?’
- ‘ Al işte yok bir şey, her neyse yanında çalışan çocuk da en az onun kadar yakışıklıymış. Gündüz gözüyle görünce fark ettim. Mektup da ne yazdığını okumak ister misin? Dur bekle. Bir müsaade et, kalkayım.’ dedi.
O sırada yavaş yavaş doğruluyordu kadın. Adamsa elindeki kirli bez parçasını ve içine doldurduğu bitleri uzun bir seyre daldı. Krem rengi bezden zar zor seçilebiliyorlardı ama birkaç tanesinin hala ölmediği barizdi. Bezi sıkıca kapattı ve kare kurtlu pencerenin dışına uzanan küçük beton parçasının üzerine bıraktı. Ve bitleri yemek için dalışa geçen serçelere göz ucuyla baktı. Tırnak altlarını kontrol edecekti ama bundan vazgeçti ve elini doğruca saçına götürdü. Kendi de kaşınmaya başlamıştı.
-‘ Bak işte sen de kaşınıyorsun. Mektup da diyor ki…’
-‘ Nadya, inan mektubun hiçbir kelimesini merak etmiyorum.’
-‘ Sevgili devuşka Nadya, zarafetiniz ve güzelliğinizi size nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum. Sizi tanrının bir armağanı olarak görmek, ve bakire Meryem kadar saf olduğunuza inanmak istiyorum. ‘
- ‘ Nadya, bunu neden yapıyorsun? Bunlar kelime Nadya, ama sen benim kalbimi kırıyorsun. ‘
- ‘ Ve böyle bitiyor. Burasını pek sevmedim ve ne demek istediğini anlamadım. ‘ sizi bekleyeceğim, Dimitris. ‘
- ‘ Kusacağım, sanırım. ‘ sözünü bitirmemişti ki midesi eline doldu.
Odayı acı bir koku sardı. Adamın karnı hala ağrıyordu ve midesi sadece ağzını kullanmamıştı. Burnunun içi de yanıyordu ve ağzının kenarıyla birlikte burnunda domates parçaları kalmıştı. Koku tekrar midesini bulandırdı ve bir kez daha avuçlarına kustu. Bu sefer ki avuçlar kendisine ait değildi. Nadya’nın parmakları ve mektubun tamamı pisliğe bulanmıştı. Adamın gözleri doldu. Nadya ise ayakta durmakta zorlanıyordu.
- ‘ Seni lanet adam. Ne yaptığına bak. Bana hiç öyle kızgınmış gibi bakma. Hemen kalk o sandalyeden ve buradan git. Ve umarım ölürsün, evet gittiğin yolda ölürsün. Ya da belki merdivenlerden düşersin. Nasıl olur? Ve bana neler hissettirdiğini anlarsın. Öl, Ivan. Çünkü beni öldürüyorsun. ‘
- ‘ Nereye gidiyorsun aptal adam. Kapı orası mı.’
- ‘ Ölmemi istiyorsun Nadya. Ve artık senin için ölmeyi denemediğimi söylemezsin. Son olarak ‘ seni bekleyeceğim, Ivan. ‘
Bitleri yiyen serçeler hiç olmadıkları kadar irkilmişti. Yanlarından düşen adamın peşine uçtular. Birkaç gaga darbesinin ardından etinin tadını beğenmediler. Ivan serçeler tarafından da sevilmemişti. Oysa ki gün be gün onları besleyen ısırdıkları o parmaklardı. Serçeler uçmaya devam etti.
Kafasını kare pencereden aşağı sarkıtan Nadya, kendi kendine söylenmeye devam ediyor. ‘Öl, Ivan! Mektubumu mahvettin.’
Temizlediği parmaklarını saçlarının arasında gezdirdi ve sehpanın üzerinde bulduğu makasla saçlarını kaşımaya başladı. Kafası kanıyordu. Ve sabaha kabuk tutacaktı.
- ‘ Bana kalırsa sıcak havalardandır bu yaralar, canını sıkmana gerek yok. Burası? Acıyor mu?
- ‘ Hayır!’
- ‘ Peki burası?’
- ‘ Hayır! Baksana dün sana..’
- ‘ Kabuk bağlamış gibi çok mu kaşıyorsun, sabunu kafanda bırakmaman gerek!’
- ‘ Anladım hayır, bak dün yine onu görmeye gittim, ve o dün yine bana mektup yolladı. Yanında çalışan…’
- ‘ Burası kanamış, tırnaklarına bakabilir miyim?’
- ‘ Al işte yok bir şey, her neyse yanında çalışan çocuk da en az onun kadar yakışıklıymış. Gündüz gözüyle görünce fark ettim. Mektup da ne yazdığını okumak ister misin? Dur bekle. Bir müsaade et, kalkayım.’ dedi.
O sırada yavaş yavaş doğruluyordu kadın. Adamsa elindeki kirli bez parçasını ve içine doldurduğu bitleri uzun bir seyre daldı. Krem rengi bezden zar zor seçilebiliyorlardı ama birkaç tanesinin hala ölmediği barizdi. Bezi sıkıca kapattı ve kare kurtlu pencerenin dışına uzanan küçük beton parçasının üzerine bıraktı. Ve bitleri yemek için dalışa geçen serçelere göz ucuyla baktı. Tırnak altlarını kontrol edecekti ama bundan vazgeçti ve elini doğruca saçına götürdü. Kendi de kaşınmaya başlamıştı.
-‘ Bak işte sen de kaşınıyorsun. Mektup da diyor ki…’
-‘ Nadya, inan mektubun hiçbir kelimesini merak etmiyorum.’
-‘ Sevgili devuşka Nadya, zarafetiniz ve güzelliğinizi size nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum. Sizi tanrının bir armağanı olarak görmek, ve bakire Meryem kadar saf olduğunuza inanmak istiyorum. ‘
- ‘ Nadya, bunu neden yapıyorsun? Bunlar kelime Nadya, ama sen benim kalbimi kırıyorsun. ‘
- ‘ Ve böyle bitiyor. Burasını pek sevmedim ve ne demek istediğini anlamadım. ‘ sizi bekleyeceğim, Dimitris. ‘
- ‘ Kusacağım, sanırım. ‘ sözünü bitirmemişti ki midesi eline doldu.
Odayı acı bir koku sardı. Adamın karnı hala ağrıyordu ve midesi sadece ağzını kullanmamıştı. Burnunun içi de yanıyordu ve ağzının kenarıyla birlikte burnunda domates parçaları kalmıştı. Koku tekrar midesini bulandırdı ve bir kez daha avuçlarına kustu. Bu sefer ki avuçlar kendisine ait değildi. Nadya’nın parmakları ve mektubun tamamı pisliğe bulanmıştı. Adamın gözleri doldu. Nadya ise ayakta durmakta zorlanıyordu.
- ‘ Seni lanet adam. Ne yaptığına bak. Bana hiç öyle kızgınmış gibi bakma. Hemen kalk o sandalyeden ve buradan git. Ve umarım ölürsün, evet gittiğin yolda ölürsün. Ya da belki merdivenlerden düşersin. Nasıl olur? Ve bana neler hissettirdiğini anlarsın. Öl, Ivan. Çünkü beni öldürüyorsun. ‘
- ‘ Nereye gidiyorsun aptal adam. Kapı orası mı.’
- ‘ Ölmemi istiyorsun Nadya. Ve artık senin için ölmeyi denemediğimi söylemezsin. Son olarak ‘ seni bekleyeceğim, Ivan. ‘
Bitleri yiyen serçeler hiç olmadıkları kadar irkilmişti. Yanlarından düşen adamın peşine uçtular. Birkaç gaga darbesinin ardından etinin tadını beğenmediler. Ivan serçeler tarafından da sevilmemişti. Oysa ki gün be gün onları besleyen ısırdıkları o parmaklardı. Serçeler uçmaya devam etti.
Kafasını kare pencereden aşağı sarkıtan Nadya, kendi kendine söylenmeye devam ediyor. ‘Öl, Ivan! Mektubumu mahvettin.’
Temizlediği parmaklarını saçlarının arasında gezdirdi ve sehpanın üzerinde bulduğu makasla saçlarını kaşımaya başladı. Kafası kanıyordu. Ve sabaha kabuk tutacaktı.
Sandalye Günceleri, Nadya Nikolayeviç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder