Nâşâd

‘ Aynı Dimitri’ye benziyorsun, Vanya! ‘ dedi yıllarını zamana bırakmış bir adam. Yüzündeki çukurlar dünyanın en derin kuyuları gibi yerinde duruyordu. Alnından boşalan terler kuyuların sonsuz boşluğuna dökülüp ortadan kayboluyordu. Yavaşça elini kaldırıp genç Vanya’nın omzuna dokunan adam, soluk soluğa kaldığı bedeniyle yoluna devam etti. Giderken gülümsemeyi ihmal etmemişti.

Vanya olduğu yerde duruyordu ve alışılagelmiş bir sıradanlıkla zoraki bir gülümseme getirdi yüzüne. İçine binlerce düşünceyi sığdıran bir ifadeydi bu. Ayaklarını sürte sürte yola koyuldu. ‘ Aynı Dimitri’ye benziyorsun, Vanya! ‘ diye içinden tekrar etmeyi de ihmal etmedi. Bir kere daha, bir kere daha ve bir kere daha… Her zaman duyduğu bir cümleydi bu, alışmıştı. Yalınlaşmıştı sözler, yabancılaşmıştı. İçine attı düşünceleri, bir yük daha bindi göğsüne. Eskisinden daha fazla ağrıyordu yüreği, nefes almayı fazla görüyordu ciğerlerine ve arada soluk soluğa bırakıyordu bedenini. Düşünmemeye çalıştıkça daha çok düşünüyordu. Kaldırım taşlarını saymaya karar verdi. Böylece dikkatinin dağılması gerekiyordu, dağılmadı. Dikkati başka bir cisimdeydi, doğru. Ama dimağı tek bir düşüncenin göğsünü dinliyordu. ‘ Amcam Dimitri neden gitmiş ki? Tanrı O’nu görmeyi bu kadar çok mu istiyordu? Amcamın Tanrıya sarılma gibi bir niyeti yoktu. Buna adım gibi eminim. O’nu bize geri ver ve doğru insanla karşılaş Yüce Tanrı’m. Böyle yoksul bir sevgiye muhtaç olamazsın. ‘

Son kez sokağı döndü ve evin demir kapısından hızlıca içeri girdi. Gece kapanmıştı merdiven odasına, nem kokusu dağılmamıştı, yerindeydi ve sinekler daha adımları çıkmaya müsaade etmeden etrafını sarmıştı. İçeri girer girmez, tahta masanın etrafındaki küçük tabureye oturdu. Ayakkabılarını çıkardı ve uyumak için doğru odasına girdi. Kimseye görünmeye niyeti yoktu.

Uyudu. Uyuyamamıştı.

*
Sabah Güneş’inin eksik sıcakları pencereden içeri girip göz kapaklarını okşadı. Terlediği yataktan hızlıca kalkıp tuvalete gitti. Gözünün altındaki kan lekesi sabah sabah midesi bulandırdı. Uyurken öldürdüğü itaatsiz bir sineğin kanı yanağına bulaşmıştı. ‘ Umarım hastalık kapmam. ‘ diye geçirdi içinden. Bay Petrovich çoktan işe gitmişti. Yağları kurumamış yanık bir ekmek kokusu dağılmıştı eve. Birkaç dilim peynir ve simsiyah zeytinlerin zehir gibi keskin kokusu da havada sallanıyordu. Ahşap zeminin gürültüsüyle odasından salona doğru yürüdü. Küf kokuyordu duvarlar. Yürekler koksaydı eğer kesin bu şekilde kokarlardı diye getirdi aklına. Duygular ölseydi sinekler gibi ölürlerdi, pis ve sıradan. Pişmanlık ise yanık ekmek kokusuna sığınabilirdi. Ya elini ya da Tanrı’nın sunduğu nimeti yakacaktı o ateş. İnsan hep kendini geri çekerdi. Cesur değildi insan, güçlü değildi.

Bayan Petrovich tahta masanın etrafındaki süngerli sandalyenin üzerine oturmuş pencereden dışarıyı izliyordu. Su bardağıyla içtiği çayını sıkı sıkı tutmuş bir şeyler düşünüyordu. Vanya’nın geldiğini görünce, pencereden gelen bütün güneşten daha sıcak bir gülümsemeyle yüzünü çevirdi. ‘ Günaydın, Vanya aç mısın? ‘ dedi. Çocuk başını salladı. Bayan Petrovich sofraya hemencecik küçük bir tabak ve bir bardak getirdi. Çayın sesi evin en gürültülü sesi gibi duruyordu, cam bardağın köşelerine çarparken. Hiç konuşmadan hızlıca kahvaltılarını ettiler. Kahvaltı boyunca Vanya yüzünü kaşıdı ve zeytinlerin hiçbirine dokunmadı. Teşekkür ederek ayağa kalktığı anda, Bayan Petrovich zoraki bir neşeyle; ‘ Bana Dimitri’nin en sevdiği çal ! ‘ dedi. Sözler orada bitti, gözler orada ayrıldı ve bir daha birbirlerine bakmadılar. Hızlıca suratını çeviren Vanya dolabın yanındaki gramofonun yanına gitti, ve üzerinde ‘ Dimitri’ yazan plağı olduğu yerden çıkardı.

Müzik çalmaya başladı. Vanya arkasını döndü. Müzik konuşuyordu. Vanya hızlıca merdiven odasına geçti. Sırtını kapıya dayadı. Bayan Petrovich in gözyaşları şarkının notaları kadardı. ‘Ağlarken konuşur mu insan?’ diye geçirdi içinden Vanya. Dinliyordu, müziği de kadını da. İnliyordu, kadın.

‘ Dimitri, kardeşim. ‘
‘ Her zamanki gibi evden hızlıca çıktım, kulağımı kapının altından atıp odaya bıraktım ve dinledim. Ağlayamadım. Gözlerim yeterince ıslanmıyordu. Bilmiyorum. Çok mu ağlamıştım? Unutmuşum sanırım. O’ndan daha çok üzülemeyeceğim için ağlamadım. Acımın geçmeyeceğini bildiğim için ağlamadım. Yüreğim dolu dolu kalsın, anılarım boşalmasın diye ağlamadım. Huysuzum, haksızım. Ağlamalıyım. ‘ diye kendi kendine konuşuyordu ki Vanya merdivenin basamakları bitmiş çoktan sokağa varmıştı. Bir ses duydu öteden;

‘ Aynı Dimitri’ye benziyorsun, Vanya! ‘

7 yorum:

  1. Enfessin Tip .

    YanıtlaSil
  2. Yüreğim dolu dolu kalsın, anılarım boşalmasın diye ağlamadım.

    mükemmel...

    YanıtlaSil
  3. tamblırın da olsa ya..

    YanıtlaSil
  4. şaşırdım. hayran kaldım.

    YanıtlaSil
  5. Blogunuzdaki yazılarınız ve bilgileriniz çok güzel. Mutfak Perdeleri olarak bizi bilgilendirdiğiniz için teşekkür ederiz.

    YanıtlaSil