Güncelik II

‘ Ağzını kapa!’ dedi sabahtan beri kurduğu ilk cümle bu olmuştu. Gözlerimi iyiden iyiye kısarak bir bakış attım. ‘ Neden? ‘ dedim, aslında pek merak etmiyordum. ‘ Şeytan ruhunu çalar ‘ diyerek kestirip attı. Sanırım bir daha esnerken ağzımı açmayacaktım. İnsan bu kireç boyalı odada korkacak bir şey arıyor. Ve bende korkacak bir şey bulduğum için sevinmiştim. Korkumla vakit geçirecek ve günlerin daha çabuk ilerlemesini bekleyecektim. Bir takvim ve birkaç pudra güneş olsaydı sırtımda, bunu daha kolay anlayabilirdim.

‘ Peki ‘ dedim konuşurken zorlandığım açıktı, beş gündür uyumuyordum, uyuyamıyordum. Ama uyumadığım için kimse bana uykusuz diyemezdi. Ne enerjiden düşmüştüm, ne de konuşurken harfleri birbirine karıştırıyordum. Ama söylemeliyim ki vücudum beni çoktan ele vermişti. Göz kapaklarım indirilmeye muhtaç kepenkler gibi birbirine yakın durmaya çabalıyor, ben ise aralarında çuvaldız varmış gibi onları birbirinden ayırıyordum. Heyecanlıydım. Heyecanlı olmam gerekiyordu. Heyecanlı olmasam sandalyenin altından kaydığımı hissetmezdim.

Mavi tişörtlü adam halen karşımda durmuş elindeki havluyla odanın içindeki sinekleri kovalıyordu. Kireç rengi boyalar ölen sineklerin kanlarıyla oluşmuş şekillere gebe kalmıştı. Desen pek hoş görünmese de orada ölmeye yakın kişilerin yalnızca biz olmadığımızı bilmek içimi az da olsa rahatlattı. Şak diye bir ses duyuldu tekrarından ensemde bir acı. Mavi tişörtlü adam havluyu enseme şaplatmıştı. Bakışlarından orada bir sinek olduğunu iddia ettiğine yemin edebilirim. Zaten elimi enseme atınca parmaklarıma gelen kan bunun gerçek olduğuna beni inandırdı. Neden yaptığımı şimdi hatırlayamıyorum ama parmağım ucundaki kanı ağzıma götürdüm. Ve bana mı yoksa adama mı ait olup olmadığını tahmin etmeye çalıştım. Tadı yoktu, tadı kireçliydi ve tuzluydu. Terim içine karışmış olmalı. Ama rengi kahverengi denebilecek kadar kırmızıydı. Kesin bu mavi tişörtlü adama aitti. Cüzamlı derisinden anca böyle bir kan boşanırdı.

*

Hala nasıl bu adamla aynı odada uyumaya çalıştığıma inanamıyorum. Saat yedi buçuk olmasına rağmen, kararmadı. Bu adamın her seferinde başı yastığa varmadan nasıl uyuduğunu anlamaya çalışıyorum. Bir haftadır odadaki sineklerin sebebinin o olduğunu düşünüyorum. Derisi köpek ölüleri kadar pis ve kötü kokuyor. Burnumun ucunun yara olduğuna yemin edebilirim. Bu kokudan bıktım.

*

Ayağa kalkıp biraz dolaşmaya karar verdim. Üç adım öne, ve dört adım geriye gidebiliyorum en fazla. Adamın horultusu bütün kulaklarımı kapladı. Ona bakmamaya ve onu düşünmemeye çalıştıkça, ağzının içine giren sineklerden biri benmişim gibi hissediyorum. Acaba her hangi bir kadın O’nu öpmüş müdür? Bundan bana ne. Ama ben O’na dokunamam bile. Hep insanları aşağıladığım için bunlar oluyor. Saat dokuz buçuk ve uyurken bile o havluyu nasıl salladığını aklım almıyor. Artık düşünemiyorum sanırım.

*

Ve kapımız sonunda açıldı. Kireç rengi oda da düşündüğümden de fazla sinek lekesi varmış. Etrafı net göremiyorum. Ama zaten görecek pek de bir şey yok. Bu adam kolumu bu kadar sıkmasa eminim daha hızlı yürüyebilirdim. Yüzüne bakmaya korkuyorum. İnsanların yüzüne de bakmaya korkarım. Hala heyecanlıyım ve hala yürüyoruz ve hala kolum acıyor. Botları ne kadar da temiz, başımı kaldırıp baksam sinek kaydı traşını göreceğime eminim. Of, bana sinek demeyin.

Ve gece, ve yıldızlar. Göremediğim için orada olduklarını düşünmüyordum. Bu uğultuyu duymazlıktan gelirsem çok daha sevimli görünebilirim. Ve belki de iyi bir avukat vardır çevrede. Ne kadar yakışıklı olduğumu söyleyip duran kızlar da orada. En yapmacık gülüşümü savuruyorum. Ama aynı uğultu var. Aralarında Raskolnikov’u gördüğüme yemin edebilirim. Hepsi senin yüzünden diye bağırmak istedim.

Başımı öyle tutmasaydılar eminim bağırırdım ve kesinlikle daha yakışıklı görünürdüm. Boynumu sıkmasanız? Arzum yok ve tek dileğim de. Evet bu benim kanım. Ağzıma gelen de, uğultunun sahiplerinin gördükleri de. Ve bu sinekler zevklerini biliyorlar. Mavi tişörtlü adamın sineklerinden bile daha çok sinek geldi. Hepsi de karnını doyurup gidecek. Uğultu da gidiyor zaten.

Saat on bir buçuk, ve adam hala uyuyor. Kireçli duvar hala pis ve ben artık uyuyabileceğim.

Sandalye Günceleri, Koğuş

4 yorum:

  1. Mavi tişörtlü adamın her şaplatışını ensemde duydum.
    Sevgili Can Emre , etkileyici kısmına basmaktan kendimi alamadım , elinize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Can Emre,
    Yazılarını okumaktan çok mutluyum,sevdiğim bir çok yazardan bir çok şey var sende ama yanlış anlaşılmak istemem,kendince tatlar bunlar.

    bu hikaye erken bir Yılmaz Odabaşı hissi uyandırdı bende.

    bu sıkışık,bırakmak hissi...ne güzel anlatmışsın...

    sevgiler...

    selçuk

    YanıtlaSil
  3. Gülben mavi tişörtlü adamı ikimizde çok iyi tanıyoruz :)

    YanıtlaSil
  4. Sevgili Selçuk,

    Yorumun için çok teşekkür ederim, tabi ki bir çok kişiden istemeden etkileniyorum malum kendi tarzım bile oturmadı henüz, ayrıca Yılmaz Odabaşını okumadım hiç ( söylerken utandım ) ama en kısa zamanda okuyacağım.

    Tekrar teşekkürler

    YanıtlaSil