Üryan


‘ Ve insanlar birbirlerine benzemek için ayrı ayrı yaratılmaya başlanmıştı. Ayrı ayrı doğacak, birbirlerine tıpatıp benzer halde öleceklerdi. Çünkü bugün farklı olan şeylere pek yer yoktu. ‘

‘ tıpa tıp…ölecek.’ dudaklarını bükerek tekrar etmişti bu cümleyi. Elindeki bıçağı masanın ayağının yanına bıraktı ve nasırlı parmaklarını başının üzerinde gezdirmeye başladı. Kafasındaki şişlikler O’na yeryüzünün en yüksek dağları gibi geliyordu. Başparmağıyla her birine tekrar tekrar dokundu. En ağrılı ve büyük olanda biraz durdu. Everest’in tepesinde hissetti. Adeta aşağı bakıyordu, bulutlardan görülmeyen bir yerküre vardı önünde. Bunu biliyordu ama yokmuş gibi davranmak işine geldiğinden kafasını tekrar gökyüzüne çeviriyordu. Vakit kaybetmeden hızlıca parmağıyla bastırdı. Kafatasında balyozla vurulmuş gibi bir acı hissetti. ‘ işte bu acı çok farklı, yalnızca bana ait. ‘ dedi. Giderek daha da sert bastırıyordu. Zihninden geçen düşünceleri köşeye sıkıştırdığının farkındaydı. Bencilliğinden ötürü, zihni acının etrafına toplanmıştı. Ne bir açlık, ne de bir üzüntü kalıvermişti yalçın kayalı yüreğinden.

Parmaklarını kafatasından çektiği sırada, ardı arkası kesilmeyen bir ses duydu. Belli ki o ses uzun zamandır atmosferde dağılıyordu. ‘ Kapıyı aç, n’olur! ‘ şeklinde yalvaran bir ses düzenli olarak kendini tekrar ediyordu. Yumrukları kapıyı döverken bir yanda, kapı kolunu zorluyordu boşta kalan elleriyle aynı sesin sahibi. Adam birden kapıyı kaçtı ve karşısında kadını gördü. Elinde bir tepsi yemek ve özenle toplanmış saçlarıyla bir kadın duruyordu.

Uzun süre birbirlerine baktılar. İlk kimin konuşacağını her iki taraf da merak ediyordu.

- ‘ Seni görmekten sıkıldım. ‘ dedi adam tek seferde.
- ‘ Beni değil gölgemi görüyorsun ‘ diye tersledi kadın.
- ‘ Ondan da sıkıldın! ‘ diyerek kestirip attı adam ve odanın içine doğru yürümeye başladı.
- ‘ Üşümüyor musun? Dedi kadın merakla.
- ‘ Hayır ‘ söz uçmuştu, yazı da kalmak istemiyordu.

Adamın çıplak bedeni günlerdir temizlenmediğinden kokuyordu, tüylenmişti ve kirliydi. Bir insan başka bir insana bu şekilde asla dokunamazdı. Tanrılar cehennem için seçtiği kullarını bu şekilde giydirirdi. Üryan bedenlere hiçbir kıyafet yakışmazdı. Tenleri dahi neferinden sıkıldığından yaralara kabuk bağlardı. Beden tükenmeyi görev bilen bir zaman dilimiydi. Ve tanrılar sırtlarını dönüp uzaklaşırken, kadın koşarak sarıldı adama. Kokladı ve öptü. Sorular sormak istemiyordu, nedenlere de ihtiyacı yoktu. Ama dayanamadı, evladını kemiren tahta kurusunun kaynağını öğrenmek istedi.

- ‘ Neden kendine kıyıyorsun, evlat? ‘ sesinden huzur koşarak uzaklaşıyordu.
- ‘ Senin acılarınla doyamıyorum anne, sana ne kadar acı çektirdiğimin farkında değilim, bu yüzden kendimde deniyorum, kendimi bölüyorum, ve kendimi parçalıyorum, yetersiz bulursam daha da fazla bastırıyorum. Bunu sana yaparsam, senin acından haberim olmaz. ‘

Kadın ne diyeceğini bilemedi. Sıkı sıkı sarmıştı adamı. Elleri öyle sert tutuyordu ki koskocaman oda sanki kollarının arasındaki adama saldıracak da, O’nu engellemek için kendini siper etmiş gibiydi. Tanrılar gülüştüler.

- ‘ Perdeleri açabilir miyim, seni görmek istiyorum? ‘ dedi kadın, sesi karanlıktaki tek ışık huzmesiydi.
- ‘ Hayır ‘ dedi adam, sesi Everest’in tepesinden hızla aşağı düşüyordu. Vücudu hissizleşti ve nefes alışverişleri yavaşladı. Kadının kollarında eriyen bir kaya gibiydi. Dakikalar öncesindeki katılığı yerini sıvıların akışkanlığa bırakmıştı. Hafifliyordu.
- ‘ Evlat ! ‘ diye bağırdı kadın ‘Bir perdenin kapattığı aydınlık böylesine büyük bir odayı karanlığa gömüyorsa, sakın gözlerini kapama, sakın!’ diye iç çekti.

Tanrılar gülüşüyorlardı. En büyük olanı masanın yanındaki bıçağı adamın avuçlarına verdi. Adam takati yalnızca parmaklarında gibi sımsıkı bıçağı tuttu, yaraları yalvarmaya başladı ve başındaki dağlar yıkılıyordu. Everest kaynağına O’nu çağırdı. ‘ Atla!’ diyordu. Everest’ten kaynağına düştü.

Ana rahmi kıyafetleri reddediyordu, rahimden düştü ruh. Anadan doğamadan.

Güncelik III +

Not: Bu yazı Güncelik-III 'ün devamıdır.



- Buraya geleceğini düşünmemiştim.
- Ben de beni seveceğini düşünmemiştim.
- Peki Ivan, O ne olacak?
- Ivan artık yok, Dimitris. Söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu görmeye geldim. Ve böylece seni belki daha çok sevebileceğim ama senin beni hep daha çok sevmen gerektiğini bilmelisin. Başımdaki bu ağrı beni öldürecek, senden saçlarımı traş etmeni istiyorum. Derimin üzerine dokunmanı, gözlerim dışında başka bir yere bakmanı, ve dudaklarım dışında daha pis yerlerime dokunmanı istiyorum. Bana dokun Dimitris.
- Peki, otur şu sandalyeye.

*
Berberin boş olduğunu görmeseydi içeri bir adım dahi atmazdı. Kapıdan girerken bütün gözleri üzerinde isterdi ve bir hareketiyle bütün herkesin dışarı çıkmasını temenni ederdi tek seferde. O gün de aynı ihtişamıyla kapıdan içeri girmişti. Üzeri Ivan’nın artıkları dolu ve elinde tamamı pis mektubu ile salına salına yürüyordu. Altın sarısı saçları yer yer koparılmış ve bir birine girmişti. Güzel göründüğünü düşünüyordu, güzel olmalıydı, tek olmalıydı.

Usulca adamın yanına yaklaştı ve göz hareketiyle herkesi birbirine vurdu. Dimitris, kendine söyleneni yapar, Nadya’nın bir dediğini iki etmezdi. Adam naif huyunun yanında taş gibi bir kalbe sahipti. Sadece problemleri sevmezdi ve problem yaratacak en ufak şeyden kaçınırdı. Nasıl konuşması gerektiğini ve özellikle de nasıl davranmasını gerektiğini çok iyi biliyordu. Nadya’nın akıl sıra ermez tavırlarına büyük bir sakinlikle karşılık veriyor ve O’nu hoşnut tutmaya çalışyordu. Bu yüzden herkesi usulca dışarı çıkardı. Nadya, aceleyle Dimitris’i avuçlarından yakaladı. Ellerini kaçırmak isteyen adam, hızlıca ayağa kalktı ve tezgahın etrafında bir şeylerle uğraşıyor gibi görünmek istedi. Pis olan hiçbir şeye dokunamazdı, sarsıcı bir titreme gelir ve midesi bulanmaya başlardı. Parfüm şişelerini tek tek düzenlerken, acelesi varmış gibi konuşmaya daldı.

- Lütfen kendi başına saçlarını yıka ve etrafa dokunma. Ayrıca buraya geleceğini düşünmemiştim.
- Peki, bana yardım eder misin? …. Ben de beni seveceğini düşünmemiştim.
- İşine bak Nadya. Peki Ivan, o ne olacak?
- Ivan artık yok, Dimitris. Söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu görmeye geldim. Ve böylece seni belki daha çok sevebileceğim ama senin beni hep daha çok sevmen gerektiğini bilmelisin. Başımdaki bu ağrı beni öldürecek, senden saçlarımı traş etmeni istiyorum. Derimin üzerine dokunmanı, gözlerim dışında başka bir yere bakmanı, ve dudaklarım dışında daha pis yerlerime dokunmanı istiyorum. Bana dokun Dimitris.
- Peki, otur şu sandalyeye.

Nadya süratle sandalyeye oturdu ve saçlarını yıkamaya başladı. Ara ara kopan saçlar lavaboya dökülüyordu. Dimitris bakamadı. Yeterince saçlarının temizlendiğinden emin olduktan sonra saçlarını kesmeye başladı. Sol eliyle tuttuğu makas adeta parmaklarının arasından kayıyordu, iri gövdesi ve kısacık saçlarıyla bir Rus’tan çok bir Alman’ı andırıyordu Dimitris. Biraz araştırılsa kesin köklerinde bir Alman geni bulunurdu buna eminlerdi O’nu görenler. Nadya da emindi ama gözlerini Dimitris’in ellerinden alamadığından suratına bakmak pek aklına gelmiyordu.

Makas hızlıca Nadya’nın saçlarının arasından kayıyordu git gide yüzü ortaya çıkıyordu. Ve cildinin kokusu havaya yayılıyordu. Ivan’nın artıkları hala üzerindeydi ve onun peşini bırakmak gibi bir niyeti yoktu. İkisi de konuşmuyorlardı. Makas sesi havaya yayılan tek ses sesti ve arada çatırdayan sobanın odunları gürültü yapıyordu. Makasların keseceği saçlar kalmadığında, Dimitris ellerini derhal kızın üzerinden çekti. Başı yara bere içindeydi ve kabuklardan bazıları kanıyordu. Güzelliğin sakladığı gölgelerde birer ceset yatıyordu adeta. Ölüler diyarından gelen bütün çirkinler güzelliğin içine saklanmıştı. Hades’in fedaileri kızı yavaşça avuçlarına alıyorlardı.

- Beğendin mi Dimitris? Diyerek sessizliği bozan Nadya oldu, aynadaki görüntüsüne aşık aşık bakıyordu. Olmadığı kadar çirkin görünmesine rağmen, olmadığı kadar mutluydu.
- Elini tenime koysana.
- Deniyorum, diye kestirip attı adam, elindeki ne Nadya? Diye devam etti.
- Bana mektubun. Benim için yazdığın.
- Sana mektup yazmadım Nadya, okuma yazma bilmediğimi biliyorsun. O bana ait değil.
- Öp beni Dimitris, ölüyorum. Gözlerini kapa ve öp beni.
- Git Nadya. Ivan’a git ve buraya geldiğinden kimseye bahsetme.

Nadya birden ayaklandı ve Dimitris’in elindeki makası hızla kaptı. Mektubu çıldırmış gibi kesmeye başladı. Adam ne yapacağını düşünmeye çalışırken, genç kız hızla üzerine yürüyordu. Tezgahtaki bütün parfümleri tek tek üzerine boşalttı.

- Şimdi güzel kokuyor muyum? Öpsene, cennet gibi kokuyorum Dimitris. Bunlar senin cennetinin kokuları.

Durmaksızın bağırıyordu genç kız. Ve ani bir hareketle makası adamın üzerine fırlattı. Makas adamın sol yanağını sıyırmıştı. Ve genç kız hızla berberden dışarı fırladı, o sırada gürültüyü duyan bir kalabalık dışarıda toplanmıştı. Adam, genç kızı hiç umursamadan bulduğu ilk temiz bezle üzerini temizlemeye başladı. Aynaya bakıyordu. Kirli bulduğu her yerini temizledi. Ve hiçbir şey olmamış gibi, berberi temizlemeye başladı. Genç kızın sesi sokağın öbür ucundan duyuluyordu. Çıktığı bir binanın tepesinden, elinde mektup dediği boş sözümona beyaz kağıtla aşağı atladı.

- Cennetine geliyorum, Dimitris. Öp beni, öp beni.
Çığlıkları, Dimitris’in temizlemekte olduğu berberin camlarından içeri girememişti. Hava da yankılanan ufak bir sesti sadece.

Kuşlar O’nu öpmek için çoktan hazırdı.